Tarih: 28.08.2020 09:21

YOK OLMA EĞİMİ

Facebook Twitter Linked-in

Bunu kimi zaman bir savaş ile kimi zaman ortaya çıkan yeni kanunlar silsilesiyle meydana getirdi. Fakat hiçbir zaman bu değişim durağan halde seyretmedi, aksine günümüze yaklaştıkça değişimin hızı artış göstererek daha marjinal bir hayatın kapılarını araladı.

İnsanın bilinç çağlarının başlangıcına gidersek bizi o dönemlerin yoğun değer yargıları karşılayacaktır.

Bu değerlerin oluşmasının temelinde ele alınması elzem konulardan biri de birlikte yaşama gereksinimidir. İnsanların birlikte yaşamasıyla güvenlik, barınma ve beslenme gibi sorunların ortadan kalkması, yeni bir sorunu da gözler önüne sermiştir. Bu sorun; meydana gelen birlikteliğin nasıl düzenli, bir arada ve yaşanabilir tutulacağıdır.

Çünkü bilinçli insanın en temel özelliklerinden biri de kendine özgü hayatını ve ailesini koruma güdüsünün bulunmasıdır. Bu da beraberinde yeni geleneklerin ve kuralların meydana gelmesine sebep olmuştur. İşin aslına bakarsak bu kuralların insan hayatında düzeni ve huzuru oluşturma konusunda büyük katkıları olsa da çoğu kez beraberinde kişisel tercihlerin ve yönelimlerin kısıtlamasını getirdi.

Gelişen yasalar, töreler ve kültürler insanın birey olarak yaşama becerisini de bitirdi diyebiliriz. Toplumun herhangi bir ekonomik katmanında bulunan bir aileyi ele alalım. Bu ailede denk geleceğimiz ilk şey; kendilerinden üst değerlerin temel alınmasıyla meydana getirilmiş olan ailevi değerlerdir.

Her bir aile, baba veya büyükbaba tarafından çizilmiş üst değere uygun çerçeve içerisinde bir hayat kurmaya mecburdur. Oluşan çekirdek sistem tüm diğer sistemlerle birleşince devasa boyutta kalıplaşmış değerler bütününü oluşturur.

Toplum, oluşturduğu bu mite o kadar inanır ve sarılır ki bunların dışında doğru bir yolun varlığını da tahayyül edemez. Bu inanışın dışında gerçekleştirilen tüm eylemler, onlar için açık bir tehlike arz eder. Derhal huzursuz ve tedirgin bir ortam oluşur. Bu ortamlarda kimi zaman büyük aile kavgaları, kimi zaman da devletlerin büyük savaşları meydana gelmiştir. Bu savaşların temel çıkış noktaları genellikle değerlerin ve törelerin korunmasıdır. Dini değerler de buna dâhil.

Böylesi hassas bir ortamda sistem içerisinde bulunmayı reddetmiş istisnai kişiler de derhal dışarı itilir ve kendi yalnızlığıyla başbaşa bırakılır. Toplum tarafından dışlanmak istemeyen bireyler, genel olarak bu değerleri kabul eder ve sistemin çarklarından biri haline gelirler. Peki bu insanların hayatlarını devam ettirirken sağlıklı bir psikoloji yada mutlu bir hayat sürdüklerini söyleyebilir miyiz?..

Kimi zaman bu mümkün olsa da çoğunlukla yoğun tükenmişlikler, erken zamanda hayatı sorgulama halleri ile karşılaşırız. Bu sorgulayıcı anlarda ve hallerde birçok noktada bizleri umuda fazlaca kaptıran kendimizce belirlediğimiz yargılardır. Reşit olma yasası, evlilik yasası, mal yasası, mülk yasası ve seçme yasası…

Tüm bunlara erişmeye umut bağlarız. Ancak kendi hayatımızın çoğu zaman, doğru dürüst sahibi bile olamayız. Sanırım tüm bu alaca bulaca durumda yaradılışımızdaki değerleri en geniş haliyle en debelendiğimiz noktada buluverebiliriz. Üstelik kabullenilen değerlerle, yanlı bir dünyada; kinsiz, kimliksiz, günahsız, inançsız olmak aslında söylenilenin aksine çok da kötü bir şey değildir. Neye inandığımızın, neye inanmayı tercih ettiğimizin bilincinde, katman katman soyulan benliğimizle süregelen mücadelede bir sandalyeyi de biz kapıyoruz.

Tüm harflerden bir cümleye varabilmeniz için kapıyı aralık bırakıyor, yazıyı nokta ile değil tireyle bitiriyoruz-

Hasat DEMİRKAN/ Dilek Eylem TAŞDEMİR




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —