Aslında yazının başlığı şu an içimden geldiği gibi duygusal ve de özgürce yazılması gereken bir yazının başlığı olmazsa, o belki de “birilerini üzmemek için” koyulmaması gereken başlıktan özür dileyerek, yazacaklarımı sağından, solundan ve de kulağından da olsa, yazmaya devam edeceğim ..
Halbuki yazımı yazmaya başlarken, hala günlük 4 binin üzerinde okuru bulunan eski ve ilk haber sitemin arşivi www.arsiv.kuzeyanadolugazetesi.com adlı sitemizin radyosunda çalan müzikler ısrarlıydı ve adeta “içinden geldiği gibi yaz, gerisini boş ver dök içini …” diyordu.
Bende öyle yaptım. Yeni bir güne adım attığım ve o gün beklediğimi beklerken bittiğini gösteren saate gözüm hayal kırıklığı ve üzüntüsüyle kayarken ..
Çünkü, bir günü daha “geride kalanlar” gibi arkada bırakmış, yeni günün ilk saatleriydi.
Evet, insan psikolojik olarak hafta boyunca yaşadıklarından sıyrılmışçasına rahatlayıp, merhaba dediği bir tatil günü olan Cumartesi gününün ilk yazısını yazmaya başlarken, sık, sık durup konunun ne olması gerektiğini düşündüm, her geçen gün biraz daha fazla içip, rahatsız olduğum sigaramdan bir duman daha çekiyorum, “İçimden geldiği gibi yazsam mı, anlatsam mı acaba?” diye iç çekip, düşünürken …
Peki konu ne olmalıydı acaba?…
Siyaset mi, politika mı, ekonomi ya da sosyal bir yazımı olmalıydı Cumartesi gününe yakışan...
Yoksa Aşk mı, belki de sevda ya da özlemler...
Veya sevdiklerinizi, sevenleri, terk edip gidenlere inat savaşı kazananın kimin olduğunu mu?..
Hayır!
Belki de yazacağım bu Cumartesi yazısı beni, içimdekilerini, anlatmak isteyipte frenlediklerim olmalıydı.
Önünü açmalıydım, bir şelale gibi yazmak isteyipte bilinmeyen bir duyguyla dev bir barajla önünü kapattığım, ya da öyle yapmaya çalıştığım duygularımın.
Tamda, “Kimsesi yok garip garip” adlı parça çalarken...
Aslında vardı, türküde anlatılan ve kimsesi olmayanın anlatılmaya çalışılan garip değil de Fakir isimli olan ben yalnız değildim.
Bir ailem vardı, saygı duyduğum, sevip, sardığım ve de onlar için çabaladığım.
Bunun yanı sıra binlerce okurum, kendi kilerimizin yanında dost, meslektaş, arkadaşın olsa da yazılarımın, haberlerimin yayınlandığı birçok gazetem internet sitem, birde dostlarımın desteğiyle yöre müzikleriyle dolu radyom vardı ..
Başka mı?
Orhan Veli’nin kendisini anlattığı gibi mi anlatsam daha nelerimin olduğunu bilmem ama dedim ya “birileri üzülür, ya da “yeniden kırılır” diye “yazmak isteyipte yazamadıklarım var” diye ..
Aslında sır değildi yazılmayanları bilenlerin o kadar çok olduğunu hatırladığım şu esna da.
Çünkü; Kimi beni çok yakınan tanır hem de her yönümle, kimi sağından, solundan ulaşmıştır yaşadıklarımın ne olduğuna ya da bizzat ben yaşananları gizlememiş yeri gelmiş, “özel hayat” adıyla tüm dünyaya, bazen de bire bir, 34 yılı bulan gazetecilik hayatımda yazılarımla her gün anlatmışım, beni ve de yaşadıklarımı, kalbimi, kendimi, aşklarımı merak edenlere …
Yine de “Gerçekten kimim ya ben?” diye kendime de sorup, cevabını aradığım bu yazıyı yazarken duyguların ağır basıp, kül tabağını cigaramın izmaritleriyle doldurduğunu görüyorum, yazıya dalıp, içmeden süngerine kadar kül olmuş sigaranın yere düştüğünü fark ederken.
Ve eğilip, “Yaz yaşadıklarını anlat, anlatılması gereken varsa dök içini …”dercesine yanan ateşin fışkırmaması için direnen içimde ki volkan korlarının yazacaklarımla etrafa sıçrayıp, her yeri yakmasın diye adeta yalvardığını hissediyorum, yerden aldığım ama yanan içim gibi parmaklarımı yakan sönmemiş izmariti küllüğü bırakırken...
Yine de Orhan Veli’nin dediği gibi, ben de birazcık anlatayayım kendimi, içimdeki yanan korlara su olsun misali ..
Ben, çoğu insanın yaşayıp, gördüklerini yaşarken his edip, duygularıyla var olduğunu, onlarla nefes alıp veren bir insanım …
Ve her insan gibi bende rahatlamak için bir Cumartesi günü içimi boşaltmaya çalıştığım bu satırlarda ve de duygularda kendimi arar, kendimle konuşurum ..
Paylaşmaktan çekinmem yaşadıklarımı, duygularımı, hislerimi, bazen de aşklarımı anlatmaktan, korkmam yazılması gerekmişse.
Çoğu zaman da dertleşirim yaşanmışları dostlarımla, arkadaşım ve de eşimle, bazende, yaşanması gerekenleri benimle paylaşmak isteyenlerle olurum …
İşte ben buyum gerek işim de gerekse de böyle bir Cumartesi günü sıkılıp, sıkıldıkça da yazarım, yazdıkça da içimi boşaltmanın rahatlığıyla yazdıklarım hafifletir özgür olurum ..
Çünkü, özgür olmak için illaki tutsak olmak gerekmez suçu, aşk, iş, aş, eş ya da yaşam da olsada.
Çünkü şu an benimle konuşan içimde ki ben diyor ki; “Yeter ki; kendinizle konuşun, kendinizle konuşmayı beceremezseniz o zaman benim şimdi bitirdiğim satırlar gibi yaşadıklarınızı yazıp içinizi dökün göreceksiniz ki bu özgürlüğün ilk adımıdır.”
Zaten batıda çok önemsenen ve psikoloji uzmanlarının önerdiği “Günlük tutma"! alışkanlığı da bundan dolayı değil mi sizce?..
Yoksa sizden başka sizi anlayanı boşuna ararsınız...